Hz. Adem ve Şeytan diyaloğuyla sembolize edilen hak-batıl savaşında Adem (as) doğru yolu, hakkı, adaleti, selameti ve güveni temsil eder iken, şeytan onu engellemekle uğraşmaktadır. İmtihanın gerçek, sınavdakinin bilinçli ve dolayısıyla sonucunun da güzel olması için Şeytana kıyamete yani son insanın ömrünün bitimine kadar fırsat verilmiştir.Engelleme, saptırma ve yanlış yaptırmayı hedefleyen Şeytan, önce muhatabına el-ense çeker. Başaramaz ise, ya da gözü kesmediğinde koluna girer, bununla da başarılı olamaz ise kanına girer ama her halükarda işini yapar. Salih kullar en büyük düşmanıdır. Tevbe edip günahlarından arınmış olanlar da öncelikli hedefleridir. Sadece şeytanlaşmış insanlarla işi olmaz hatta onlardan uzak durur, Şeytan.
Adem oğlundan beklenen ise, imtihanda olduğu bilinci ile hayatını sürdürmek; Şeytan ve dostlarından gelecek taarruzlara hazır olmasıdır. Daha da önemlisi onlardan uzak durmaktır. Seninle uğraşmıyorsa, senden ümidini kestiğinden değil, uğraşmaya değer görmediğindendir.
Sosyal bir varlık olması hasebiyle birey olarak yaşayamayan insanın kontrol altına alınması, birliğin dağıtılmasıyla kolaylaşmaktadır. Bu nedenle en küçük birim olan aile, akrabalık, sosyal ağlar ve en önemlisi devlet temel hedeftir. Yani asıl hedef, birey değil, aksine bireyin güvencesi olan birliği ve onun güvencesi olan lideridir. Bireyi, birlikle sorunlu hale getirmek; liderine karşı bir pozisyona düşürmek, en azından desteksiz bırakmak, çözülmenin ilk adımı olacaktır.
Birliği oluşturan unsurlar arasında ayırım ve birinin diğerlerine karşı üstünlük iddiası biraz sonra çatışmanın ayak seslerini müjdeleyecektir. Bunun için güçlenen ihtiras, yakıcı bir ateş gibi, dokunduğu her şeyi etkisizleştirecek veya başkalaştıracaktır. Kontrol altına girmiş bir zihinle, bilgisiz, mesnetsiz ve gereksiz muhabbet yangın için yeterlidir. Özellikle de lidere nispet edilen bir takım düşünce ve eylemler dile dolanmaya başlandığında, film tadında seyredilecek bir senaryo devreye girmiş demektedir.“İşittiği her şeyi söylemesi kişiye yalan olarak yeter” diyen bir Peygamber’in ümmeti olarak, getirenin fasık bile olmadığı haberler üzerinden muhabbeti, yargılamayı, suçlamayı bir kenara bırakmak zorundayız.
Yanlışları konuşarak köpürtmek yerine; yanlış yapılmasını engellemek; yapıldı ise telafi yoluna gidilmelidir. Bunun için akil insanlar, alimler ve uzmanlar misyon üstlenmelidir. Eğer Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsak bazı şeyleri de ‘hesaba’ bırakmak, bırakabilmek gerekiyor. Bu yapılmaz ise geriye dönük olarak iyiliklerimizi de imha edecek bir sürece girmiş olacağız. Film bittiğinde, bir tutam pişmanlıkla kala kalmamak için iyiliğe talip olmak, iyilikleri hürmet ile anmak ve hukukunu korumak ve iyilikleri geliştirmek için çaba sarf etmek gerekmektedir.Masanın diğer tarafından bakıldığında, muhatabına el – ense çeken şeytan, ikinci hamlesini mülk, imkan ve kudret sahiplerinin koluna girerek yapmayı denemektedir. Verim alabilmek için de kanına bulaşmaktadır.
Kendini müstağni ve sorgulanamaz görmesi kaçınılmaz sonun geldiğini gösterir. Güç zehirlemesi, kibir, her şeyin bilgisine sahipmiş zehabı, en doğrusunu yaptığı hissi, daha da önemlisi yanlışlarının önemsizliğini düşünmesi yakalanılan hastalığa ilişkin en önemli semptomlar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu virüsün bulaştığı insanlar, sonsuz ve haksız taleplerinin yanında, kendisi için engel veya risk görülenlerin yok edilmesini de hak olarak görmektedir. İşini kolaylaştıracak olanların da suyun başına yerleştirilmesi esastır. Bu şeytanla ya da şeytana çalışmadır. Söz konusu oyunda, sosyal alandaki pozisyonu ne olursa olsun, herkesin bir rolü bulunmaktadır.
Oyun bittiğinde hepimiz gerçeğe uyanacağız. Oyunun gerçekliğini fark etmediğimizde de çok geç olacak. Bu nedenle varlık nedenimiz dikkatlerden asla kaçırılmamalı, ümmetin umudu yıpratılmamalı; birlik ve birliğin koruyucusu üzerine yapılan taarruzlara çanak tutulmamalıdır. Zira bizi hiçbir şey mazur kılmayacaktır. Hele de büyük şeytanın hırpalamalarına sevinmek, bunu beklemek izan sahibi hiçbir müslümanın kabul edebileceği bir şey değildir. Saddam’ın başına gelenlere sevinenlerin, başlarına nelerin geldiğine bakarsak yolun nereye çıktığını anlamakta zorlanmayız. Bireysel hak kaybı ve mağduriyetler olduğunu düşünecek olsak bile, buranın dünya olduğunu, bir gün mizanın kurulacağını ve bunu hakkın her halükarda tecelli edeceğine olan inancımızı ispat fırsatı olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Yaklaşan kara bulutların, ümmetin kıyametine ilişkin alametler olduğu görülmelidir. Ümmetten önce birey olarak benim kıyametim kopacak, ama daha kötüsü onurumuzu da yitirmiş olarak bu sahneye uyanacağız. Özetle gün, bireysel hesap yapma zamanı değil, ümmet için varlık kaygısı taşıma zamanıdır.